Salı, Ekim 12, 2010

Burak Kurtuluş'la 5. haftaya bakış (1. Kısım)


İNSAN, AYAĞINI BASTIĞI YERDEN ÇOK  
DİLİNE DİKKAT ETMELİDİR.

İstanbul Süper Amatör Liginde dördüncü haftayı geride bıraktık. Geçtiğimiz hafta bir Süper Amatör Lig maçımızda olay olmuştu. Geçen hafta yazamadım, bu haftaya bıraktım. Namık Sevik Stadı’nda oynanan Kadırga-Ortaköy maçında, Ortaköy takımından bir futbolcu, Hakem Harun Yücedağ’a tokat atmıştı. Hakem’e vurmak ya da saldırmak dünyanın el ilkel davranışıdır. Aslında bu konuda çok önemli adımlar atılmadı, böyle davranışlar sergileyen futbolcuları en az 2 yıl boyunca futboldan men etmek gerekir ki, gitsin kendisine bir iş bulsun, bodyguard’lık yapsınlar mesela. Ya da bar fedailiği yapsınlar. Fakat, bu bireysel bir davranıştır, toplumsal bir sorundur. Hem de çok ciddi bir sorundur. Ben bu olaya (en azından şimdilik) farklı bir açıdan bakıyorum.
Şimdi hep birlikte düşünelim; Dünyada yedi milyar insan varsa, hepsi bir birinden farklıdır. Bir insanın kişiliğinin şekillenmesi, kendini geliştirmesi, edineceği değer yargıları ve mutluluğu, içinde yaşadığı toplumun aile, eğitim durumu sebepler bazen kendini gizler, duygularını bastırır insan. Sonra da hiç olmadık bir anda birey; olmadık bir tepki verir. Bireyler arasında, bireylerle farklılıklar arasında, birey ve farklılıkların toplumla aralarında çelişki ve çıkar çatışmaları yaşamaları doğaldır. İnsanlar çok değişkenlik göstermeye başladı. Şehir yaşantısıyla birlikte çocuklar ve gençler üzerinde birçok zararlı oluşumlar başladı. Evden kaçışlar, uyuşturucu kullanımı, şiddet, çeteleşme ve bunun gibi toplumsal sorunlar ortaya çıkmaya başladı. En kaba tabirle psikolojik deliler çoğalmaya başladı. 

Geçenlerde bir adam ile karşılaştım, her gün ortalama 2 bin TL’lik bahis yapıyor, Almanya-Türkiye maçının oldu gün, adam geldi 5 bin TL’lik bahis oynadı, sessizce geldi, sessizce gitti. Sordum, marangozluk yapıyormuş, “bu adamın sonu intihar” dedi bizim her boku dilen Terzi Erdal. Adamın 5 bin TL’si, 51 dakika sonra buhar oldu uçtu. O adamı düşündüm günlerce. Acaba şu anda nasıl bir psikolojiye sahiptir diye. Allah: o adamın var ise ailesine ve çocuklarına yardım etsin. 

Futbolumuzu yönetenlerin, kadrolarında, çok acil olarak yeterli sayıda psikolog’u ve sosyologu istihdam etmesi gerekir. En alt kategoriden başlayarak sporcularımıza bu konuda eğitim verilmesi gerekir. Aklıma gelmiş iken söyleyeyim, sakın ola ki, futbol oyun kurallarını Hacı Ahmet Erdoğan’a anlattırmayın artık, o’nun verecek bir şeyi yok, artık o’nun emekli olma zamanı geldi de geçti. Çok sürmez, Kıbrıs’tan da Hakemlere saldırı gelirse anlayın ki; Hacı Ahmet Erdoğan geçtiğimiz hafta Kıbrıs’a gitti. 

Futbol varoşların sporudur. Bunu kimse inkar edemez. Zaten ne çıkarsa varoşlardan çıkar. Başbakan da çıkar varoşlardan, mafya babası veya bir seri katil de çıkar. Örnekleyelim isterseniz. Mesela, bir ailenin ekonomik durumunun iyi olmaması; geçim sıkıntısı bulunan, maddi yönden durumları iyi olmayan ve gelir seviyesi düşük olan ailelerde genellikle ilişkiler çok zayıftır. Sürekli çalışma, aile fertlerinin birbirlerine vakit ayırmamalarına ve çok az görüşmelerine neden olmaktadır. Buda çocukların başıboş ve sorunlu olarak büyümelerinin bir nedenidir. Fakirlik, sosyal sorunların oluşmasındaki en büyük nedenlerdendir. Fakir ailelerde büyüyen çocuklar genelde toplumsal bozukluklar saptanmaktadırlar. Uyuşturucu bağımlıları, alkolikler, psikolojik sorunlular, intihar edenler hep genelde alt tabakadaki insanlardandır. 

Altay’da futbola başlayan, Bucaspor gibi bir takımda kalecilik yapan, 20 yaşında gencecik bir sporcu, İzmir’de yapmadıklarını bizim ilimize gelir, gelmez yapıyorsa burada araştırılması gereken bir durum vardır diye düşünüyorum. Acaba neden İstanbul’a geldi, Üniversite okumak için mi, yoksa başka sebeplerden mi? Neden böylesine çirkin bir davranışta bulundu? Futbolun yöneticileri, Mert gibi gençleri alacaklar karşılarına, “neden” ve “ne için” diye soracaklar. Sonra da bunu diğer gençlere anlatacaklar. Ders diye anlatacaklar. Mert yaptı, siz yapmayın diye anlatacaklar. Hatta Mert ve Mert gibi gençleri de yanlarına alacaklar, öyle anlatacaklar. Hakem de orada olacak mesela, benim de hatalarım vardı, insan psikolojisinden anlamalıydım, belki de “o gün ben de içsel sorunlar yaşıyordum” diyebilir de. Mert Gülmez isimli kardeşimiz sadece o maçta Hakem’e kızdığı için mi böylesine yanlış bir davranış sergilemiştir. Hiç sanmıyorum. Kesin bu olayın bir alt yapısı vardır. Sonuçta Mert Gülmez isimli bu sporcu 8 maç ceza aldı. 
Olayın diğer kahramanı Harun Yücedağ’ı tanırım, Allah için çok iyi bir insandır. Ancak, Harun Yücedağ profesyonel maçlarda çok başarılı olduğu halde, Amatör maçlarda bazen öyle kötü maçlar yönetiyor ki, ben, “acaba Harun Hoca’nın ikiz kardeşi var, Harun’un işi çıktı, maça gelemedi, yerine, durumu çakmasınlar diye kardeşini mi gönderdi” diye düşünüyorum. Yok, böyle değildir elbette, öyle bir yol olsa Hakemin kralı olan Osman Yiğit Uzer, kardeşi Mert’i maçlara Hakem olarak gönderirdi. Öğretmenlik yapan ve son olarak 10 Ekim 2010 Pazar günü Ünyespor-Diyarbakır Kayapınar Belediye maçını yöneten Harun Yücedağ’ın babası (eski adıyla) 1. Lig Hakemi olan Ergül Yücedağ. Yanisi şudur; Harun Yücedağ bu işin ocağında büyümüş. Bilerek yanlış yapmaz. Futbol severler Ergül Yücedağ’ı daha ziyade yarıda kalan Samsunspor-Trabzonspor maçından dolayı iyi hatırlarlar. O maç halen aklımdadır ne hikmetse! Hani şu 1994 yılında ve bir Ramazan günü oynanan maçın Hakemi Ergül Yücedağ. Hakemin Ercan tarafından zorla, ite, ite, kaçırırcasına taraftarların elinden kurtarıldığı maç. Bir gazetecinin ağzından o maç ile alakalı bir notunu aktaralım sizlere; “Samsun sağlı sollu yükleniyor. Hakem ise harbi olmak gerekirse maçı kötü yönetiyor. Bariz iki penaltısını es geçiyor Samsun’un. Bir de Timofte’yi altmışlı dakikalarda oyundan atıyor. Maçın sonları gelmişti ki ya Şota ya da Arçil düşürüldü ceza sahasında. Tamam, penaltıydı ama Samsun’unkiler onun yanında penaltının âlâsıydı. Hakem düdüğü çalınca işler çığırından çıktı. Futbolcular itiraz etti, bir şeyler oldu ve aniden birinin hakemi kovaladığını birinin de tekme savurup ıskaladığını gördük. Sonra maç yarım kaldı ve ardından hükmen Trabzon lehine tescil edildi. Üstelik, Samsun’a bir maç saha kapatma ve üç puanını silme cezaları verildi. Hami’nin maçtan sonraki “Galip geldik, üç puanı aldık, mutluyuz.” beyanatı ise yüreklerde acı bıraktı. Bu arada, Hakeme o tekmeyi savuran kişi bir taraftar değil, Timofte’ydi. Duşunu alıp üzerine sivil kıyafetler geçirmişti.”

Timofte diyorduk öyle değil mi? Duşunu alıp üzerine sivil kıyafetler geçirmişti ve Hakem’e tekme atmıştı. Bu hafta da böyle bir olay yaşandı. 09.10.2010 Cumartesi günü Avcılar Turgut Özal Stadı’nda oynanan Bahçelievler İY- Onurspor 1. Amatör maçında, 55. dakikada müsabaka 1-1 devam ederken Bahçelievler İdman Yurdu’nun attığı golü Hakem, ofsayt gerekçesi ile iptal etti. Pozisyonun devamında ise misafir takım Onurspor ikinci golü buldu. Bunun üzerine, ev sahibi takımın futbolcuları Hakem’e yoğun bir şekilde itiraz etmeye başladılar ve Hakem, maçı yeniden başlatamayarak, soyunma odasına gitmek istedi. Ancak Bahçelievler İdman Yurdu takımından ilk olarak 7 numaralı oyuncu Hakem’e saldırmak istedi, araya Polisler ve iri cüsseli Yardımcı Hakem girdi, engellediler. Bu esnada Hakemin yanına gelen Bahçelievler İdman Yurdu’nun kalecisi, “Hoca, ben senin anana, avradına küfür etmeyeceğim de, o… çocukluğu yapmasan olmaz mı?” deyince film koptu. İşin en tuhafı da, yine Bahçelievler İdman Yurdu’nun 13 forma numaralı oyuncusunun tanınmamak için formasını ters giyip, Hakem’e saldırması. Ancak bu sporcunun unuttuğu bir şey vardı, şortunda numarası açık, açık yazılıydı. Şortu geçtim, lisanlar Hakemin çantasında. Salak mı bu Hakemler, kendisine saldıranı ya da vuranı tanımayacak mı? Sonuçta maç tatil edildi, kararı yetkililer verecekler. 
İki hafta önce de Şişli takımlarında İzzetpaşa’nın Münir Fatih Metin isimli oyuncusu da, Ayazağa Atatürk Stadı’ndaki İzzetpaşa - İstanbul Demir Spor maçının bitiminde Hakem Ahmet Akay’a saldırdığı için Ceza Kurulu’na sevk edilmiş ve o da 8 maç ceza almıştı. Ahmet Akay da tecrübeli bir Hakemdir, aynı zamanda İst. Saha Komiserleri Derneğinde aktif görevde bulunan Nevzat Akay’ın da oğludur. Baba adamdır Nevzat Akay, o da başkalarına “baba” diye hitap eder! Çok da iyi niyetli, temiz kalpli bir insandır. Hakemleri çok sevdiği için, oğlu Ahmet’i de Hakem yaptı. Şimdi Hakemlikte lanet olası bir söz vardır, “dayak yemeyen iyi Hakem olamaz” derler. Şimdi Ahmet Akay, Harun Yücedağ ve Caner Erbil iyi Hakem mi olacak? Yorumunu size bırakıyorum. 

Ben…
Benim yazdığım yazıları anlayamayanlar ya da anlamak istemeyenler varmış. Benim dilim bazen düşüncemden önce hareket eder, bana söylenen şeyleri bazen unuturum, bazen de pratik olarak tarif edildiğinde hatırlarım ancak konuya beni de katarlarsa muhakkak şıp diye anlarım. Ben size kendimi anlatayım, isteyen anlasın, istemeyen anlamasın. 
Ben yıllar önce ilk önce futbolcu oldum, cahil bir futbolcuydum, kendimi bir şey sanır, her şeyi bildiğimi iddia ederdim. Kendimi hiç geliştirmedim. Hiçbir maçta görevimi tam yapmaz ama Haziran ayında en çok parayı da ben isterdim. Benden fazla para kazanmamalıydı başkaları. Çünkü ben o takımın her şeyiydim. Müsabakalarda hep kaçak dövüşürdüm, rakiplerime yapmadığım pislik kalmazdı, rakiplerimi yıldırmak için her şeyi denerdim. Hakemleri kandırmaya çalışırdım sürekli, etkilemek için çirkefliğinin en kralını yapardım. Kazanmak için her yolu mübah sayar, iç saha maçlarında terör estirirdim. Rakibin Hocasına bile küfreder, tehdit ederdim. Ancak o takım ile oynayacağımız rövanş maçlarında kuzu kesilirdim, ağzımı bile açmazdım. Masun ayaklarına yatardım. Hatta bazen maça bile gitmezdim, ailemde herkesi yalandan öldürdüm, bir gün dedem öldü, diğer gün amcanın halasının kızının yeğeninin çocuğu. Kötü bir futbolcuydum ben, devre aralarında soyunma odasında sürekli sigara içer, takımı Hocaya karşı kışkırtırdım. Antrenörümün arkasından durmadan sallar, kuyusunu kazmaya çalışırdım. Yaptığı hiçbir kadroyu beğenmezdim, o’nu hep eleştirirdim. Yöneticilere de hep Antrenörümü kötülerdim. Çünkü takımda tek güç ben olmalıydım. Gücümün yetmediğini, ayaklarımın gitmediğini anladıktan sonra çeneye vurdum işi. Sonra hiçbir şey olmadığımı ve olamayacağımı öğrendim ve futbolu bıraktım. 

Sonra ben İdareci oldum. Aptal bir idareciydim. Esami yazmasını bile üç yılda öğrenebildim. Müsabakalarda, saha içinde otururdum, Hoca’dan fazla zıplardım her şeye. Maç başlamadan Hakemlere sallamaya başlar, maç bitene kadar da durmadan küfür ederdim. Her maç rapor edilirdim ama cezam bitince aynı haltı yemeye yine devam ederdim. Kulübümü maalesef bir adım ileriye götüremedim. Kulübümü hep oyuncak gibi düşündüm. Ben bu Kulübün Yöneticisiyim, “her şeyi yapmaya muktedirim” dedim sürekli. Her galibiyette kendime pay çıkarttım, her mağlubiyette ise suçu; Hoca’ya, futbolculara ve genellikle de Hakemlere yüklerdim. Çünkü ben kendimce, emsalsiz bir Yöneticiydim. Kulübümü siyasi partilerin karargahı yaptım, Kulübü kendime rant kapısı olarak gördüm. Her seçim zamanı başka bir dalda oynadım. Bazen a partisinden bazen de b partisinden oldum. Çoğu zaman da oyum hep kazanana oldu. Futbolcularıma bayraklar astırdım, seçim samanı siyasi parti pankartları dağıttırdım, Kulübü kendi zevkim için kullandım sürekli. Kulübü temsilen gittiğim her toplantıda yuvarlak laflar ettim sürekli. Bilgisizliğimi çok konuşarak gidermeye çalıştım, kavga ettim sürekli diğer Yöneticilerle. Hep birilerinin adamı oldum ya da öyle gözüktüm. Yapmadığım harcamaların parasını Kulüpten istedim, 1 verdim, 10 istedim. Bir maç dönüşü yemek yedik, 250 TL geldi hesap, garsona 10 lira avanta verdim, 400 TL kestirdim fişi. Herkesi kandırdım ben, herkes aptaldı ama ben çok akıllıydım. Ama sonunda anladılar benim ne mal olduğumu, yol verdiler bana. Senden bir halt olmaz dediler. Şimdi Kulübün maçlarına yine gidiyorum, ancak bu sefer çok acayip sallıyorum. Bir de o zamanlar benim menfaatlerime ters giden, yaptığım ali-cengiz oyunlarından haberdar bir Hoca vardı, takımın başında şimdi şimdi yine o var. İnanmayacaksınız belki ama kendi takımın mağlubiyetini istiyorum ve her maçta tribünlerde sesli olarak düşünüyorum. 

Sonra Yöneticiliği beceremeyince, Antrenör olmaya karar verdim. Benden Antrenör olmazdı ancak oldum. Bastım parayı diploma aldım. Kursa da gitmedim, seminere de. Benim için takımın aldığı sonuç hiç önemli değildi, ben kendim alacağım parayı düşündüm sürekli. En küçük kategoride bile hileler yaptım. Sahte oyuncu oynattım, hak edeni değil de babasıyla aramın iyi olduğunu oynattım sürekli. Rakiplerim haftada 5 gün antrenman yaparlarken ben sadece 1 antrenman yapıyordum. Ben çok bilgiliydim, José Mourinho kimdi benim yanımda? Bu konuda alimdim ben. Hem nasıl olsa her türlü çakallığı biliyordum. Bu yüzden de antrenmana hiç gerek yoktu. Zaten gitsem bile, kot pantolon ile gidiyor, bir Yönetici görürsem, ona yavşıyor, tüm antrenmanı onun yanında, ona-buna sallayarak geçiriyordum. Parası olan futbolcu velisi görürsem dayanamıyordum, hemen o akşam bir balık yemenin planını yapıyordum. Yemekte, önce uzun uzun kendimi anlatıyor, olmamış şeyleri olmuş gibi göstermeye çalışıyordum, kendimi pazarlıyordum aklım sıra. Sonra yavaş yavaş konuyu başka yerlere götürüyor, önce oğlunun çok marifetli olduğunu söylüyor, daha iyi bir takımda Profesyonel olabileceğini anlatıyor, bunun için elimden geleni yapacağımı söylüyor, hatta bir arkadaşım olduğunu, bu camiada o’nu gören herkesin hazır-ola geçtiğini anlatıyor. Bu adam ile aramın eskiden çok iyi olduğunu, bu işi onun çözebileceğini ballandıra ballandıra anlatıyor, sonra de ekliyordum; “o’na 3 milyar borcum vardı, ödeyemedim, ah o parayı bir bulabilsem her şey daha güzel olacak!” Maçlarda ağzıma geleni söylüyordum futbolculara. Hem veliler bana; “eti senin kemiği bizim dememişler miydi?” Hakkımdı o zaman. Söverdim de döverdim de. Müsabakalarda acemi Hakem görünce dayanamazdım. Maç başlamadan önce Hakemi bir yıkar, yağlardım. Benim MHK’de tanıdıklarım var, seni terfi ettireceğim derdim. Hatta o kişiyi bu akşam arayacağım, senden bahsedeceğim, yeter ki ben bugün moralli olayım, moralim bozuk olursa canım sıkılıyor, telefonu kapatıyorum, beni her maçta sonra senin büyüklerin arar ama onlara bile telefonu açmam diyordum. Hakem benim takımım için iyi maç yönetiyorsa, durmadan gazlıyordum o’nu. Seni muhakkak bildireceğim, iki seneye kalmaz Süper Lig’de görev alırsın diyordum. Yalandan kim ölmüş sanki, yalancıların kralıydım ben. Hem bana ne öbür takımın hakkından, hak değirmende olur öyle değil mi? Hakem, iki tane aleyhime karar verirse, yalandan bir yerlere telefon açıyordum, bu kişiler genellikle futbolu yönetenler oluyordu, ya da Hakemleri yönetenler. Konuşuyor gibi yapıyordum, Hakem’i şikayet ediyor görüntüsü veriyordum, bu işi bağıra bağıra yapıyordum ki Hakem duysun! Ben çok uyanık bir adamdım ama Antrenörlükte de benim ne mal olduğumu anladılar ve o işi de bırakmak zorunda kaldım. 

Futbolcu oldum yemedi, Kulüp Yöneticisi oldum, yediremedim, Antrenör oldum; yine yemediler. Ben o zaman Hakem olayım dedim. Hem nasıl olsa bir adamını bulur, en üst liglere çıkarım diye düşündüm. Önce Kurslara gittim, sonra da maçlara çıkmaya başladım. Bana haftada 1 maç ya veriyorlar ya da vermiyorlardı ancak ben bütün gün çanta sırtımda, eşofman üstümde, saha saha dolaşıyordum. Hava atıyordum millete, “ben Hakem oldum” diye. …Dikkat edin kendinize! diyordum onlara. Sanıyordum ki, bütün millet beni görünce “ağam, paşam” diyecek. Kendimi yine bir halt sanmaya başlamıştım. Kötü futbolcuydum, futbolu beceremeyince, diğer tarafta geçeyim, beni sahada beğenmeyenlerden rövanşı alayım dedim. İlk olarak da futbol oynadığım takımların maçlarına çıktım, nasıl olsa İl Hakem Kurulu’na futbol oynadığım Kulüpler hakkında bilgi vermediğim için kimse bir şeyi çakmadı ilk başlarda. Ara sıra tanıdıklarla vakti zamanında beni beğenmeyenlere haber gönderdiğim de oldu, “onların maçına çıkıp, onları yakacağım” dedi. Ancak foyam ortaya çıkınca yemediler bunu da. Her maçın içine etmeye başladım, maçlara Kulüplerin otobüsleri ile gidiyor, sahaya gelmeden 100 metre ileride iniyor ve “dönüştü beni alın” diyordum. Tabii mağlup olan takım beni alır mı? Ben de o takımın maç kazanması için her şeyi yapıyordum. Benim maçlarımda genellikle çok bağıran haklı oluyordu. Kimin sesi daha çok çıkıyorsa, kimin seyircisi pislik yapıyorsa, benim maçlarımda hep onlar kazanıyordu. Kim yukarısı ile daha irtibatlı ise benim maçlarımı da o kazanıyordu. Maçlar bitince o Kulüp senin, bu Kulüp geziyordum. Yanıma iki Hakem daha alıyordum genellikle, ben yakalanırsam, “bakın bunlar da benimle geliyor, bunlar da suça ortak” diyeyim demek için. Her maçtan sonra Kulüplere, benim hakkında bir dilekçe yazmalarını istiyor ve adresi veriyordum, “Sayın İst. İl Hakem Kurulu Başkanı, falanca maçımızı yöneten Hakem Ahmet Mehmet on numara bir Hakemdir, vallahi biz kendisini çok beğendik, sırf bize çalıştı, kendisinin bizim maçlara sürekli verilmesi hususunda bilgilerinizi arz ederiz.” İl Hakem Kurulu da bu dilekçeyi panoya asmıştı. Çok gülmüştüm buna. Halbuki ben o maçı Ali’den alıp, Veli’ye vermiştim. Hem de son dakikada yapmıştım bunu. Herkes anlamıştı ama nedense hiç kimse anlamamıştı! Yedirmiştim onlara, bu yolda yürüyeceğimi sanmıştım ki, anladılar benim ne mal olduğumu. Sonra kalbimin seks yaptığını anladılar ve beni şutladılar. Daha sonra eski Hakem sıfatıyla maçları manipüle etmeye başladım. Arıyordum Kulüpleri, “baba, ver 3 milyar falanca maçını bağlayayım” diyordum. 3 milyar çok, 1 milyar versek olmaz mı derlerse, “tamam baba senin hatırına bağlarım” diyordum. Toto oynuyordum tabiri caize. Hakem iki tane iyi karar verirse iyi oluyordu da, Hakem ortaya maç yönetirse, “vay şerefsiz, parayı az buldu ya da diğer Kulüpten daha fazla aldı” diyordum. Bazen de Hakem soyunma odasına girer, acemi Hakemleri görünce, “arkadaşlar ben bu maçın gizli gözlemcisiyim, gözüm sizin üzerinizde, beni buraya falanca MHK Üyesi gönderdi” dedim. Kapıdan çıkınca da para istediğim Kulüp Yöneticisine bir işaret çakar, “tamam bu iş” derdim. Yalandan kim ölmüş, hem benim için önemli olan paraydı. Gerisi teferruattan ibaretti. 
Daha yazacak çok şeyler var da zamanı geldiğinde artık. Ne demiş büyüklerimiz, “anlayana sivrisinek saz anlamayana sazı soksan az” İşte bu kadar. Yazdıklarımdan bir anlam çıkartan beni arasın veya adımı zikretsin. Anlamayanlara da bir adres veriyorum. Mutlaka uğrasınlar; Burak Kurtuluş Saz evi, Bağlama İmalat ve Pazarlama Ltd. Şti.

Bayram Öztürk adında bir Yardımcı Hakem… 
Futbolu güzelleştiren unsurlardan biridir Hakem. Ayrıca kaleciler kadar da yalnızdır Hakemler. Mesela maç öncesi ve maç sonrası röportaj veremiyorsun. Kimseye derdini anlatamıyorsun. “o pozisyon benim açımdan şöyle göründü aslında....” diyemiyorsun, dertleri hep içine atıyorsun. Asosyal oluyorsun. Tribünlerden kafana bir şey atıldığında “taş yok mu lan taş” deyip karşılık veremiyorsun, öfkeni içinde saklıyorsun. Maç sonrası sana koştura koştura itiraz etmeye gelen Teknik Adamlara, Yöneticilere uçan tekme atamıyorsun mesela, "ulan hımbıllar adamlarınıza futbol oynamayı öğretemiyorsanız ben ne yapayım" diyemiyorsun. Sonuçta Hakemlik, bir sürü sınav ve antrenman gerektiren ayrıca bir o kadar da yalakalık gerektiren çok zor bir meslektir. Bu ülkede yapılacak en zor iş Futbol Hakemliğidir. Süper Ligimizde bile 6-1 gibi farklı bir skor ile mağlup olan sözüm ona kaliteli bir Teknik Adam bile, suçu Hakemleri atıyorsa; bu ülkede yapılmaz bu iş. 

Ben futbol Hakemlerinin futbol oynamış olanlardan seçilmesinden yanayım. Zaten bunu sürekli anlatıyorum. Futbolu bilmek, futbolcu psikolojisini bilmek demektir, 12. Kural dedikleri, fauller ve fena hareketleri bilmek demektir. Sahada empati yapmaktır bir nev’i. Ancak futboldan gelmenin de farklı dezavantajları var. Mesela futbol oynadığın takımın maçında çıktın mı, kesin tırtlarsın. Senin futbol oynadığın takım yener, rakip mağlubiyeti senden bilir. Rakip takım kazanır, derler ki; Burak Kurtuluş denilen adam zaten bizi evvelden beri sezmezdi. Hakem oldu ya bir yeri kalktı, bizi yaktı. Herkes senden bir şeyler bekler, söylemeseler de anlarsın bunu. En iyisi o takımların maçlarına çıkmamaktır. En güzeli ikamet ettiğin semtin takımlarının maçlarını yönetmemendir. Kaza ile bir hata yapsan, kasıt ararlar.

Bunları neden mi anlatıyorum; Cumartesi günü, Süper Amatör Ligde bir maç izledim. Muratpaşa-Nurtepe maçından söz ediyorum. Hakem zaten tanıdığımız bildiğimiz bir isim, güvendiğimiz bir kardeşimiz. Yardımcı Hakemlere baktım. Hemen önümdeki Kıdemsiz Yardımcı Hakem dikkatimi çekti. O maçtaki performansını çok beğendim Yardımcı Hakemin. Bipli bayrak ile resmen şov yapıyor kardeşimiz. Onun hizasına gittim, Gözlemci gibi. Ne karar verdiyse doğru. İnanılmaz bekle-gör yapıyor. Soğukkanlı ve çok hareketli. Hiç pozisyon hatası yapmadı diyebilirim. Arif Astekin’i anlatmıştım sizlere daha önceleri. Türkiye’de en iyi Yardımcı Hakem yetiştiren Hakem Hocasıdır demiştim o’nun için. Hocanın bir sözü vardı; “Yardımcı Hakem’in başı hiç durmayacak, tenis maçı izler gibi, bir oraya, bir buraya bakacak” demişti. Ayrıca taç çizgisini iki bacağının arasına hizalayacak ki, hata yapmasın demişti. Bayram Öztürk’ün maç boyunca yalnızca bir pozisyonundan şüphe ettim. Maç Nurtepe’nin 2-3 üstünlüğü ile devam ederken, Muratpaşaspor’dan Kaptan Mithat’ın son dakikalardaki pozisyonu. Mithat Çiftçi profesyonel futbol oynamış, bu işi çok iyi bilen bir oyuncu. Belki o pozisyonda hata olabilir dedim ama benimle maçı izleyen eski Hakem arkadaşım, “Hakem burada da doğru verdi” dedi. 

Maç sonunda bu ismi yukarıya bildirdim, “takip edin, çok iyi bir Yardımcı Hakem kazanmak üzeresiniz” dedim ve ekledim. Ancak; bu kardeşimiz, Terazidere’de futbol oynamış, geçen hafta, Terazidere-Anadolu Hisarı maçında Yardımcı Hakem’di. Muratpaşaspor’da futbol oynamış hatta futbolu burada bırakmış, bu hafta Muratpaşaspor-Nurtepe maçında görevliydi. “Güveniyoruz” dediler, biz de çok güveniyoruz, zaten bu maçı izledikten sonra Bayram Öztürk’e güvenmeyen aptaldır. Lakin, Sayın Hocalarım; maç sonunda tüm tepkiler de bu genç Hakem kardeşimize yönelikti. Bilerek ve kasıtlı davrandığını söylüyordu Muratpaşaspor’dan genç bir futbolcu. “Aynı takımda oynadık onunla, bizi sevmez” diyordu. 
Tüm Yerel Futbol ziyaretçilerine ve Amatör Futbol mensuplarına sevgi ve saygılarımı sunuyorum. 

Elektronik Posta adresim: bkyerelfutbol@hotmail.com

9 yorum:

Adsız dedi ki...

sevgiili efkan bu hafta oynanan ist dinop kadırga maçındaydın güzelde bir maçtı.ilgili herhangibir haber yok.sebebi nedir söyleyebilirmisin

Efkan dedi ki...

haberi yayına vereceğim ancak o kadar yoğunum ki daha haberi yazmaya fırsat bulamadım. her hafta maalesef böyle oluyor gelen haberleri vermekten oturup gittiğim maç haberlerini yazamıyorum

Adsız dedi ki...

bilgilendirmen için tşkr ederim iyi çalışmalar

Adsız dedi ki...

maç yorumları varmı burak abi

Adsız dedi ki...

sevgili kardeşim Burak bey,

Mükemmel bir EMPATİ yazısı,Futbolcuyu,antrenörü,hakemi,Yöneticiyi ne kadar güzel tarif etmişsin(istisnalar kaideyi bozmaz)

Ağabeyin

Adsız dedi ki...

efkan abi maç yorumları yokmu burak kurtuluştan

Efkan dedi ki...

Burak Kurtuluş'un yazıları bu sezon 2 parça halinde yayınlanıyor...
Maç tahminlerini perşembe veririz büyük olasılıkla

Adsız dedi ki...

efkan abi yarınki maçların yorumları yok yani öylemi

Burak Kurtuluş dedi ki...

Maç yorumlarını yarın akşam yazmaya başlayacağız. Nasip olursa Cuma sabahı okuruz.

İstanbul 1. Amatör'de 3 maça hükmen kararı

İstanbul 1. Amatör Lig Tertip Komitesi bugünkü toplantısında üç maçta hükmen galibiyete karar verdi.