İnsan sürekli daha fazlasını kazanmak ister hayatında. Her zaman da kazanacağını hayal eder, hesap eder. Lakin kazanırken kaybettiklerini hiç ama hiç aklına getirmez, getirmek istemez. Kazanmak için bazı şeyleri kaybetmek gerekir, der kendince kendi kendine. Zamanı geldiğinde de kazandığı şeylerin kaybettiği şeylere değer olmadığını anlar. Ama işte o zamanda kaybettiği şeyleri geri kazanma imkânını asla bulamaz.
Düşünceler bir çiçek gibidir. Düşüncelerin solmaması da iç düşüncelerine hayat vermekle olur. Düşünceler hep düşünce de kalırsa ve hayata geçirilmezse eğer solar ve artık insan düşüneme yetisini yitirir. İnsan sadece zihni ile düşünmez, kalbi ile de düşünür. Aslında kalbi ile düşündüğü zaman doğru kararlar alır.
Zihin nefsin esareti altındadır. Eğer kalp ile zihne balans ayarı yapılmazsa çoğu zaman yanlış kararlar alırlar. Her gün haberleri izliyor veya okuyorsunuz. Öyle anlar oluyor ki bu yapan insan olamaz diyorsunuz. Ama O da sizin gibi bir insan, sizi ondan ayıran ne peki? İşte fark burada ortaya çıkıyor. Siz kalbinizle onlarsa zihni ile düşünüyor.
Vicdan dedikleri kalbin kendisidir. Bir ses vardır hep insanın içinde. O sesi kaybettiniz mi hayatı sadece kazanma kuşaklı yaşarsınız. Kazanmak daha çok kazanmak isterseniz. Hatta bu kazanma hırsı, kaybetme korkusu gözümüzün önünde yapılan bir takım yanlışlıklara da göz yumarız.
İşimizi kaybetme korkusu, insanların kendisini sevmeme korkusu, bana da bir şey olur korkusu yüzünden çoğu olumsuz duruma göz yumarız. Depremde yıkılan evlerin tek suçlusu sizce sadece müteahhitler midir? Tabiî ki de hayır. Orada görev yapan işçisi de en az onun kadar sorumludur. Yanlışa göz yuman, yanlışı yapan kadar mesuldür.
Fakat zihin der ki: “Yanlışı sen yapmıyorsun ki, senin bunda bir suçun yok. Sen görevini yapıyorsun” der. Kalbi düşünce der ki: “Kim hata yaparsa yapsın, hataya göz yummamalısın ve buna da engel olmalısın” der.
Aslında her iki durumda da kazanma vardır. Fakat birisinde doğrudan kazanma diğerinde de dolaylı olarak kazanma vardır. Lakin insan her zaman doğrudan kazanmayı tercih etmektedir.
Sizler kalbinizin ‘BAM TELİNİN’ sesini kaybetmemeye özen gösterin. Bu ses kaybedilirse ne kazanırsanız kazanın, bu sesin geri getirmeniz için yeterli olmayabilir.
Kazanmak isteyin ama kazanırken de insanlığın özünden bir şeyleri feda etmeyin. En önemli sermayenizi basit bir kumar oyunu gibi ortaya koymayın. Unutmayın her geçen bir günde zaman akıp gidiyor. Yani geçen bir gün değil geçen her gün ömrünüzden bir gün. Yani hayat sermayenizden bir gün daha yediniz unutmayın.
Bankadaki parayı hesap ettiğimiz kadar, ayın sonunu getirmeye çalıştığımız bu hayatın sonunu da insan olarak getirmeye çalışalım. Bu hayat nasıl olsa bitecek önemli olan biten bir hayat ile yeni ve güzel bir hayat başlayabilecek miyiz? Yeni güzel ve ebedi bir hayatın başlangıcı olabilecek bir hayat yaşayalım. Bunu kazanmak için, kaybedelim ne kaybedeceksek.
Toplum içinde yaşamak zorunda olan insan, hayatını sürdürürken bir takım motivasyon araçlarına ihtiyaç duyar. Ekonomik güç, makam ve mevki sahibi olmak önemli bir motivasyon aracı olmakla birlikte sosyal hayatta itibar görmek de en az bu güçler kadar önemlidir.
Şimdi şöyle bir soru aklımıza gelebilir. Zaten ekonomik gücü olan kişilerin sosyal itibarı veya statüsü vardır. Onun için parası olan her zaman hayatta motivasyonu yüksek ve sosyal itibarı kuvvetli kişilerdir. Böyle bir düşünce ilk başlarda doğru gibi düşünülse de aslında gerçek hayat karşısında sanırım eksik bir düşünce. Her şeyden önce sosyal itibarı veren toplumda yaşayan diğer insanlardır. Diğer insanları memnun etmeden onların karşısında samimi bir şekilde çıkmadan bu itibarı kazanmak oldukça zordur sanırım.
Halk arasında adam olmak öyle her babayiğidin harcı değildir. Çok kolay para kazanabilirsiniz, çok kolay makam sahibi de olabilirsiniz. Ama toplumsal itibarı bir kaybettiniz mi bütün malınızı harcasanız da asla istediğiniz itibarı elde edemezsiniz.
Çevremizde pek çok kişinin çok para kazanmak uğruna çevresinin gözünden düşmeyi ve sosyal itibarsızlığı göze aldığını görüyoruz. Ne ilginçtir ki aynı kişiler ekonomik olarak belli bir doygunluğa ulaştıktan sonra eğer gerçeğin farkına varırlarsa kazandıklarını halk için harcayarak itibarını kurtarma peşine düşmektedirler.
Tıpkı 40 yaşına kadar sağlığını heba etmek suretiyle para kazanan kişinin bu yaştan sonra kazandığı paraları sağlığı için harcamak zorunda kalması gibi. Aslında olaya biraz daha üst seviyeden baktığımızda ortada trajikomik bir durumun olduğunu görmekteyiz. Mademki başlangıçtaki noktaya geri dönülecek o zaman neden bu kadar zahmete katlanılıyor. İşlerin en hayırlısının az da olsa devamlı olan olduğunu bizlere bildiren bir Peygamberin ümmeti olarak böyle dengesiz ve aşırı sapmalara dayalı bir yaşam felsefesi oluşturmak neyimize?
Durum böyle ne yazık ki aziz dostlar. Aslında insanlar olarak bizler, biraz daha dikkatli ve yaratılış amacımıza göre yaşama sanatını öğrenebilsek sanırım pek çok sorunu daha oluşmadan çözmüş olacağız. Saygılarımla…
YAZI: ENGİN AKINHer zaman insanoğlu az çalışıp çok kazanmayı, çok çalışıp az kazanmaya tercih eder. Kazanayım da nasıl olursa olsun, der aslında. Kazandıklarının ne kadarında hakkı var ya da ne kadarında başkalarının hakkı var bilinmez veya bilek istemez, aslında bilir ama düşünmez, işine gelmez, düşünür ama düşündüğünü hayatına uygulamaz. Çünkü uygulayınca kaybedecekleri korkutur.
4 yorum:
Engin Akın , Kalemine sağlık. İyi bir ders çıkartmışsın bizlere...
engin akın silivri için bir kazançtır kıymetini bilelim
engin bey silivri spor için yazınızı okuyalım silivri sporumuz bu gruptan çıktı ama şansı az bence çünkü iyi takım çıktımı karşısına oyun oynayamıyor onun için takviye yapmalı
HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR.bilimsel gerçekle örtüşmeyen düşün ve inanışlar kalp ile süzülemez.aklın süzgecinden hümanizma etik hakkaniyet doğruluk ve soylu insan değerleri ile sorgulandıktan sonra geriye kalan insan yaşam değeridir.korkulması gereken toplumun gözünden düşmek değil toplumu yanlış algılatmalarla karanlığa götürmektir.hatırlatmak isterim.star haber engin tezkan elinde mikrofonla wikileaks nedir sorduğunda eşofman markası,yabancı futbolcu,yeni başlayan dizi yanıtı veren halktan korkmak sığlıktır.okumayan sorgulamayan düşünmeyen insan prototipi yaratılmak istenmesine karşı durmamak...korkulması gereken budur.ilk ayet:OKU.4+4+4 getir-ende götür-ende sağolsun.biz buna layıkız.teşekkürler.
Yorum Gönder